Yazılarımız

İliç’ten üniversiteye: Bilim ve iktidar ilişkisi-Tuna Handro

İliç bir kaza mıydı? İliç’te ne oldu?

AKP Türkiye’sinde madenlerin işletilmesi, doğanın ve insan yaşamının tamamen göz ardı edildiği bir süreci ifade ediyor. Tüm bu ihmaller işçilerin yaşam hakkının yok sayılması, doğal kaynakların tükenmesi, çevresel tahribat gibi çok ciddi sorunlara yol açıyor. 13 Şubat’ta Erzincan/İliç’te yaşanan maden katliamı, neoliberal politikaların yıkıcı sonuçlarını bir kez daha gözler önüne sermiş oldu. Bu facia bir kaza değil; neoliberalizmin garantörü olan AKP’nin tüm memleketi yıkıma sürüklerken gerçekleşen katliamlarından biridir. Erzincan/İliç’te bulunan Kanadalı SSR Mining’in yüzde 80, Çalık grubunun yüzde 20’sine sahip olduğu Anagold şirketine ait bu madende bir haftadan uzun süredir işçilerin dikkate alınmayan “Çatlaklar var, maden çalışmaya uygun değil” uyarılarına rağmen meydana gelen katliamda milyonlarca ton siyanürlü toprak devasa bir alana yayıldı. Ancak tek tehdit siyanür değil, siyanürün doğrudan açığa çıkardığı asıl riskli durumlar; siyanürle yıkama sırasında altın ile birlikte çözünmüş ağır metaller ve yine bu süreçte doğal dengede bulunan birçok mineralin parçalanması, kompleksleşmesi, tepkir duruma geçerek doğaya salınmasıdır. Orta ve uzun vadede insan ve çevre sağlığını çok ciddi şekilde etkileyecek olan bu facia AKP ve yandaşlarının Anadolu ve Mezopotamya coğrafyaları üzerinde bıraktığı belki de en ciddi hasar olacak. Madenin yakınında bulunan Fırat Nehri facianın boyutunu daha da kötü bir hale getiriyor. Fırat Nehri hem Anadolu’yu hem Mezopotamya’yı besleyen sularıyla binlerce yıldır değdiği yere hayat götürürken bugün belki de ölümü götürüyor. Binlerce canlıyı ve doğayı etkileyecek hatta bir ekokırıma yol açacak bu facia bugün devletin yetkili koltuklarında oturanlar tarafından “Risk yok”, ”Siyanür suya karışmadı” gibi yalanlarla örtbas edilmeye çalışılıyor. AKP’nin halk düşmanı politikalarının hepsini Soma’dan, Bartın’dan, Ermenek’ten ve daha sebebi olduğu onlarca katliamdan biliyoruz. AKP ve yandaşlarının kâr odaklı ekonomi politikalarıyla gözlerini hırs bürümüşken, onlar için işçilerin hayatlarının sadece birer sayı olduğunu anlayabiliyoruz. Bugün AKP’nin işçi düşmanlığı artık neredeyse her yıl tekrarlanan katliamlar silsilesinden en açık biçimde anlaşılıyor. Şirketler kâr oranlarını maksimuma çıkarmak için işçi sağlığı ve güvenliğini yok sayarken buna göz yuman AKP de bu katliamların doğrudan sorumlusudur. 22 yıllık AKP iktidarı, bugün elini attığı her yeri savaş alanına çevirirken memleketi bu hale getiren neoliberal rant politikalarının yarattığı bu sistematik yıkımlar bugüne kadar kimi zaman madenlerde, kimi zaman su kaynaklarında, ormanlarda ve daha birçok yerde karşımıza çıktı. Murat Kurum suçlu ve yalan söylüyor 2021 yılında Anagold şirketi tekrar (daha önce 2014’te) “Çöpler Kompleksinde Madeni Kapasite Artışı” başvurusunda bulundu ve karar olumlu sonuçlandı. O dönemin Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Murat Kurum faciadan sonra “faaliyet iznini biz vermiyoruz” sözleriyle sorumluluğu üzerinden atmaya çalışsa da Çevresel Etki Değerlendirme Yönetmeliğine göre ÇED raporu verme yetkisi bakanlığa ait. 2023 yılında kapasite artışı kararına karşı TMMOB’nin Danıştay’a temyiz isteminde bulunmasından sonra Danıştay kararı bozdu. Ancak daha sonrasında Erzincan Valiliği tarafından verilen “ÇED gerekli değildir” kararıyla birlikte şirketin önünden kapasite artışı için tüm engeller kalkmış oldu. *** İliç, bilimdeki ve üniversitedeki tahribatı da bir kez daha bizlere hatırlatmış oldu. Hiçbir üniversite, özellikle teknik üniversiteler bu konularda birçok çalışmaları olmasına rağmen ne madencilik politikaları belirlenirken ne önlemler tartışılırken ne de katliamdan sonra raporlar hazırlanırken seferber edilmedi. Bunun yerine, her kritik gündemde iktidardan yana taraf olan, tacizci bilim insanı Celal Şengör “Madenler çevreye zarar vermiyor, sadece yüzünü değiştiriyor. Açılmasında bir sorun yok yineliyorum buna karşı çıkan köylüler zırcahildir” açıklamalarıyla sermayeyi aklama çabasına girdi. Üniversiteler sermaye ve savaş için bilgi ve teknoloji üretir durumdayken İliç gibi örneklerin sonu gelmeyecek. Çünkü bugün üniversiteliler ve akademisyenler sermayenin altında bilgi üretmeye mecbur bırakılıyor. Buna karşı çıkanlarsa ya projelerine bütçe bulamıyor ya da farklı sebeplerle bilgi üretim sürecinin dışına itiliyor. Bilginin kolektifleştirilememesi, halk yararına ve erişilebilir olmaması artık yaşanan her faciayı birer katliama dönüştürüyor. Üniversitelerdeki düşünce ve tartışma ortamından korkan iktidar, yandaş bilim insanı tipi yaratma çabası içinde. Halkın gerçek sorunları yerine yapay sorunlarla uğraştırılan, araştırma konuları ve alanlarına ancak sermayenin ihtiyaçları ve AKP’nin hegemonyasını kuvvetlendirecek alanlarda bütçe bulabilen akademisyenler ve üniversiteliler bilime ve halkın gerçek sorunlarına karşı yabancılaştırılıyor. Bugün üniversiteler halk yararına bilimsel araştırmalar, çözüm üretme ve her anlamda topluma öncülük etme ile değil rektör atamaları, siyasi kadrolaşma, piyasalaşma vb. gibi üniversitelerde olmaması gereken olaylarla gündeme geliyor. Ya da 81 ile 81 üniversite gibi projelerle üniversiteler; üniversiteli ve öğretim elemanı nüfusuyla yerel ekonomileri besleyecek bir ekonomi modeli olarak kullanılıyor. Bu projeyle birlikte üniversitelerin, öğretim elemanlarının ve üniversitelilerin sayısının artmış olmasına rağmen memleketin temel problemleri asla çözülememiş, aksine katmerlenerek artmış olması, bu projenin, üretilecek bilgi açısından işlevsizliğinin en somut kanıtlarından biridir. AKP bugün uyguladığı neoliberal politikalarla üniversiteleri bilim üretilen bir yer olmaktan çıkarmaya ve birer ticarethaneye dönüştürmeye çalışıyor. Bu düzlemdeki niteliksiz üniversitelerden mezun olanların birçoğu iş hayatına sistemi içselleştirmiş bir şekilde başlarken İliç’te defalarca uyarılmasına rağmen madenin kazancını düşünerek uyarıları göz ardı eden başmühendis ya da Anagold şirketinin ÇED raporu alma sürecinde rol oynadıktan sonra Anagold şirket yöneticiliğine atanan Ahmet Oğuz Öztürk ne ilk örnekti ne de son örnek olacak. Tüm bu katliamlardan uzak ve eşit olduğumuz yeni bir dünya, özerk ve demokratik yeni bir üniversite için sermayeden ve her türlü eşitsizlikten uzak bir bilim hareketine ihtiyacımız var. Bu bilim hareketini kuracak olanlar ise AKP faşizminin şiddetine karşı üniversitenin her köşesini direniş alanı ilan eden ve bu direnişi kampüslerden sokaklara taşıyan üniversiteliler olacaktır.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir