Covid-19Dırdırcı

Kararlılığımızı karantina günlerinde bulunduğumuz her eve dalga dalga yayma zamanı!

Yıllarca mücadeleler sonucu kadınların kazanılmış haklarına saldırmak yerine kadına yönelik şiddete karşı acil önleyici tedbirler alınmalı, her koşullar sağlanmalıdır.

Her krizde olduğu gibi Covid-19 salgınında da en çok etkilenen yine kadınlar oldu. 2018 yılında kadınlar için en güvensiz yer olarak seçilen evlerde kadınlar katledilmeye devam ediyor. Karantinanın sadece  20 günlük bilançosu 21 kadının hayatını alırken bu sayı gün geçtikçe artmaya devam ediyor. Yapılan en son araştırmada  Türkiye’de karantina sürecinde kadına yönelik şiddetin %27, çocuğa yönelik şiddetinse %19 oranında arttığı belirlendi. Pandemi sürecinde şiddete karşı önleyici tedbirler alınması gerekirken “Corona virüsüne karşı alınan önleyici tedbirler” adı altında geçtiğimiz günlerde ceza infaz yasası meclisten geçti. Yasayla beraber kadına yönelik şiddet suçlarından hapishanede olan birçok fail serbest bırakıldı. Faillerin birçoğu dışarı çıkar çıkmaz cinayetlerine bir yenisini eklemeye başladı bile. En son eklenen cinayet, eşine  şiddetten içeri giren bir erkeğin 9 yaşındaki çocuğunu öldürmesiyle sonuçlandı.  Pandemi ile erkek şiddeti yükselişe geçerken devlet yine erkeğin sırtını sıvazlamış oldu. Şiddet gören kadınlar, türlü bahanelerle sığınma evlerine kabul edilmiyor ve hali hazırda var olan sığınma evleri kapatılıyor.  Üzerine karalama kampanyaları yürütülen 6284 sayılı kanun ve İstanbul Sözleşmesi tekrardan önemini bir kez daha gösteriyor.

Dünyayı hegemonyası altına alan pandemi sürecinde kapitalizmin doğayı nasıl işgal ettiğini de gördük.  Hava kirliliğinin gözle görülür bir şekilde azaldığına, hayvanların karantina sürecinde boş şehirlerde özgürce dolaştığına şahit olduk. Ama kapitalizm bu, hiç durur mu?  Virüsü fırsata çevirmekten; yağmacı, talancı politikalarından geri durmadı. Birinci dereceden sit alanı sayılan, Mars’ın yüzeyindeki ile aynı kumlara sahip, dünya mirası Salda Gölü. Ayak bile basılmaması gereken kumsalına iş makineleri sokuldu. Gelen tepkiler üzerine geri adım atılsa da geriye makinelerin lastik izleri kaldı. Bir de talanı ortaya çıkardığı için silahlı saldırıya uğrayan Yeşilova Belediye Başkanı ve eşi…

Tüm bu süreçte salgın krizini yönetemeyen iktidar, 10 Nisan’da, 2 saat kala sokağa çıkma yasağı ilan etti. Bilimsel olarak salgın yönetiminde asla yeri olmayan yasağın, halkta panik yaratma ve virüsün hızla yayılması gibi etkileri oldu. Halbuki salgın yönetiminin temelinde olan, üretimin durdurulması, çalışanların evlerine gönderilmesi, temel ihtiyaçların karşılanması fikri söz konusu bile değildi. Tüm bunlara sağlık çalışanlarının ekipman ve halkın maske ihtiyacı da eklendi. İktidarsa bütün bu ihtiyaçları göz ardı edip 34 ülkeye sağlık ekipmanı yardımı yaptı. Halka maske satışını yasakladı ve 5 adet ücretsiz maske tedariği sağlayacağını söyledi. Fakat özellikle çalışanlar için yeterli olmayacağı bariz. Maskelerin tek kullanımlık olduğunu hatırlatmaya gerek yok sanırım.

Krizi fırsata çevirmekten söz etmiştik ya, sokağa çıkma yasağının olduğu süre zarfında kağıt toplayıcılarına ve dilencilere cezalar kesildi. Ceza kesilen bir kadının “evde açlıktan mı ölelim” cümlesi yağmacı, ataerkil kapitalist sistemde her şeyin sınıfsal olduğu gibi salgının da sınıfsal ve ötekileştirici olduğunu bir kez daha kanıtladı. Yıllarca mücadeleler sonucu kadınların kazanılmış haklarına saldırmak yerine kadına yönelik şiddete karşı acil önleyici tedbirler alınmalı, her koşullar sağlanmalıdır. Zira kadınların bir kişi daha eksilmeye, erkek şiddetinin her türlüsüne maruz kalmaya, kol kırılır yen içinde kalırcılığa hiç niyeti yok! Nasıl ki salgın öncesi meydanları, sokakları terk etmiyor, hayatlarımızı savunuyor ve yaşamak istiyoruz talebimizi en gür sesimizle haykırıyorsak şimdi de meydanlardaki isyanımızı, kararlılığımızı karantina günlerinde bulunduğumuz her eve dalga dalga yayma zamanı!

Bu yüzden geçmişin direnci hala taze, öfkesi hala diridir.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir