ÇevirilerDerlediklerimizFelsefeFeminist Kürsü

Analitik Feminizm (1)- Stanford Felsefe Ansiklopedisi ( terrabayt.com)

Analitik feministler, feminist değer ve kavrayışlar sayesinde dönüşüme uğrayan analitik felsefenin kavramlarının, teorilerinin ve yöntemlerinin bir kısmını kullanarak feminizmi ve felsefeyi birlikte serimlediklerini düşünen filozoflardır. ‘Analitik feminist’ ifadesini kullanan bu filozoflar, feminist felsefe yapma biçimlerini tanımlamak üzere her iki gelenekte de süregelen tartışmalara katılmaya hevesli olduklarını, kendilerinin ikili bir feminist kimliğe sahip olduğunu ve analitik kökenlerinin olduğunu kabul ederler. Bunun yanı sıra, ‘analitik feminist’ ifadesinin kullanımı, yaygın iki varsayımın çürütülmesine yöneliktir: a. feminist felsefe modern varsayımları tamamen reddeder ve b. analitik felsefe onulmaz bir biçimde erkek lehine önyargılar içerir. Dolayısıyla, bu filozoflar kendilerini analitik feminist şeklinde adlandırarak düşüncelerinin/çalışmalarının politik değerini ve varlığını gerekçelendirirler.

Siz okuyucular, bu girizgâhı sıkıcı buluyorsanız analitik feminizmin temel özellikleri üzerine dördüncü bölüme geçebilirsiniz. İlk üç bölüm, analitik feministler ile çeşitli gelenekler arasındaki ilişkileri serimlemeye yöneliktir. Fakat yine de ilk üç bölüm, analitik feminizmin bağlamını oturtmak için oldukça faydalı olabilir.

 

  1. Analitik feministlerin geleneği ve diğer analitik filozoflarla ortaklıkları

Çağdaş analitik filozoflar, feminist olsun olmasın, kabaca şöyle tanımlanabilir: Bunlardan Frege, Russell, Moore, Wittgenstein ve Mantıkçı Pozitivistler, söz konusu feministlerin düşünsel ataları olarak görülebilir; sarih bir argümantasyona; harfi harfine, net ve temiz bir dil kullanımına değer verirler; dil felsefesinin, bilgi felsefesinin ve mantığın rolüne daima değer verirler; genel olarak da felsefi kavramlarının, yöntemlerinin ve varsayımsal birikimlerinin a) Modern Avrupa miraslarına uygun olmakla birlikte b) 1900’lerden itibaren kıta Avrupası’nda tezahür eden  fenomenoloji, varoluşçuluk, postmodernizm ve yeni materyalizm gibi akımlara karşıt olduğunu düşünürler.

Yirminci yüzyıl ortalarında “klasik” analitik felsefe elbette büyük bir değişim geçirmiştir. Birçok temel dogma terk edilmiş ve feminist olsun olmasın, “doğallaşmış”, “sosyalleşmiş” yahut daha eski, daha soyut ve daha normatif doktrinler biraz daha esnemiştir. Fakat “analitik felsefe”nin gelişiminin kapsamı, günümüzde yöntemsel sınırlarının bulanıklığı ve yöntemleri arasındaki kesişimler ne olursa olsun, feminist olsun olmasın birçok filozof, analitik felsefenin tarihsel sürecinin bir parçası olduğunu düşünmeye ve geleneği değerli bulmaya devam ediyorlar. Birçoğu ‘post-analitik’ terimini daha uygun bulsa da daha doğru terimin ‘analitik filozof’ olduğunu iddia ediyorlar.

  1. Analitik feministler ile diğer feminist filozoflar hangi düşünceleri paylaşırlar?

Feminist filozofların değerler ve konumları bakımından sahip olduğu ortaklığı, yöntemsel görüşlerine bakılmaksızın özetlemek için şu söylenebilir: Feminist filozoflar için hem felsefe hem de toplumsal cinsiyet önemlidir, her ikisi de insan varlığının yaşamını sürdürmesi açısından önemlidir.

Feministler, felsefenin ve filozofların, insan yaşamında kültürel kurumların oluşumunun, kendimizi anlamanın ve belki de gelişmenin son derece önemli bir parçası olduğunu kabul ederler. Onlara göre felsefenin pek çok etkisi ya da etkinliği arasında şunlar vardır: kendimizi, sosyal ilişkilerimizi, toplumumuzu ve söylemlerimizi anlamamıza yardım eder; ne ölçüde bilen kişi ve ahlaki fail olarak görüldüğümüzü takdir etmemizi sağlar, çeşitli bilgi yığınlarının varsayım ve metodlarının mahiyetinin belirginleşmesine yardımcı olur. Bu felsefi kavrayışlar (yöntemlerimiz, varsayımlarımız, kuramlarımız ve kavramlarımız hakkındaki kavrayışlar), insanda özgürlük kadar tutsaklığa da neden olabilir (Bkz., Langton 2000 and Vogler 1995). “Her şey olduğu gibi bırakıldığında,” mevcut güç dengesizlikleri ve imtiyazlı hayatlar düşünüldüğünde, felsefenin sosyal etkileri olacaktır. Dolayısıyla feminist filozoflar, geleneksel felsefenin özsel olarak politik olduğunu söylemekle söz konusu sosyal etkilere dikkat çekerler. Onlar, felsefenin genellikle “etkin, pratik” olarak görülmesi gerektiğini düşünürler; yani felsefenin cinsiyet, ırk, sınıf, cinsel yönelim vb. baskılayan statükocu unsurlarını sürdürmek yerine, insanı aktif bir güç kılmak için potansiyel olarak faydalı olduğunu düşünürler. Fakat bu demek değildir ki feminist filozoflar bu anlamda her konuda hemfikirdirler. Yine de felsefenin yaşamı etkileyebileceğini veya daha iyi bir yaşam için etkili olması gerektiğini düşünürken aynı düzlemdedirler.

Dolayısıyla feminist filozoflar, geleneksel felsefenin özsel olarak politik olduğunu söylemekle söz konusu sosyal etkilere dikkat çekerler. Onlar, felsefenin genellikle “etkin, pratik” olarak görülmesi gerektiğini düşünürler; yani felsefenin cinsiyet, ırk, sınıf, cinsel yönelim vb. baskılayan statükocu unsurlarını sürdürmek yerine, insanı aktif bir güç kılmak için potansiyel olarak faydalı olduğunu düşünürler.

Feminist filozoflar arasında ikinci bir uzlaşı noktası ise toplumsal cinsiyetin yalnız yaşamlarımız üzerinde değil ayrıca felsefenin kendisi üzerinde de etkileyici olduğu yönündeki düşüncedir. Feministler, filozofların kadın düşmanlığını ve açık ya da örtük cinsiyetçiliği, erkek-merkezciliği (androcentrism) ve buna dair erkekleri kayıran tüm formları ele almıştır. Örneğin düşünürler, yüzyıllarca “kadının doğası”na dair bir dizi aşağılayıcı iddia ortaya atmış, yine akıl gibi bazı temel kavramları, kültürlerinden kadını dışlayacak şekilde tanımlamıştır; yine aynı filozoflara göre sözde kadın doğasına, insan doğasına, arzularına veya motivasyonlarına dair, aslında kendi toplumsal sınıflarından erkekler için daha geçerli olan iddiaları sözde evrensel iddialar haline getirmişler; gerçekte sadece ayrıcalıklı belli grupların çıkarlarını teşvik eden yöntemlerin ve konumların “değer açısından nötr” ve “nesnel” olduğuna inanmışlardır. Tekrar edecek olursak, feminist filozoflar erkekleri kayıran bu tür önyargıların varlığında uzlaşırlar, ancak bu durumu eleştirmenin en iyi yolunun ne olduğu, çeşitli felsefi yaklaşımların ne ölçüde feminist kullanıma açılabileceği konularında birbirlerinden ayrılırlar.

Feminist filozoflar, bu tarz erkeği kayıran önyargıların -akıl ve özerklik gibi tek tek kavramlardan zihin felsefesi gibi sahalara kadar- pek çok düzeyde felsefeyi sınırlandırdığını ve saptırdığını düşünürler. Bu sapmaların ve sınırlamaların çaresi, “erkeği kayıran önyargıların” yerine “kadını kayıran önyargıların” konması değil toplumsal cinsiyetin felsefenin inşasında oynadığı rolleri anlamaktır. Feminist filozoflar geleneksel amaçlarına feministlerin daha kapsayıcı ve öz-düşünümsel yaklaşımlarını takip ederek daha kolay ulaşılabileceğini düşünürler. Günümüzde feministler, toplumsal cinsiyetin, toplumu ve insanların toplumsal kimliklerini yapılandıran tahakküm ve ayrıcalık eksenlerini etkileyen karmaşık ağın sadece bir yüzü olduğunu kabul eder; bunun diğer yüzleri ırk/etnisite, cinsel yönelim, engellilik, sınıf vs. dir. Dolayısıyla toplumsal cinsiyet, meselenin sadece bir yönü olsa da felsefe yapma sürecinde çok önemli etkileri olan bir faktördür.

Şimdi ayrılıklara değinmeden önce bu ortak noktalara bir bakalım.

  • Pek çok geleneksel filozof, kendi kuram ve yöntemlerinin evrensel düzeyde uygulanabilir olduğunu düşündüğünden, feminist filozoflar bu filozofların kuramlarını üzerine inşa ettikleri zemini yıkmayı uygun bulur. Feministler, ahlaki ya da epistemolojik bir kuramın evrensel olmasının, belirli bir grup tarafından değil, tüm insanlarca uygulanabilir olması anlamına geldiğini ifade ederler. Örneğin bir ahlak teorisi, sosyal statüsüne bakılmaksızın kişinin ahlaki yargıda bulunabilmesine olanak tanımalıdır. Yine, epistemolojik bir teorinin, her kesimden tüm insanların bilişsel düzeylerini inceleyebilmesi gerekir. İyi bir felsefi teorinin, erkek, kadın -cis veya trans- veya ikili cinsiyet rejimine uymayanlar gibi özel bir gruba dönük sistematik bir dezavantajı olmayacaktır; bu teori kendisiyle ilgisiz de olsa sosyal faktörleri önemsiz görmeyecektir. Örneğin bir teori, hiç kimsenin deneyimini, bilen kişi olarak itibarını/uzmanlığını ve ahlaki ya da politik anlamda ideallerini küçümsemeyecektir. Bu tür bir teori, ne herkesin “özdeş” olduğunu ne de “grup farklılıklarının” var olmadığını iddia eder. Bunun aksine, “evrensel uygulanabilirliği” olması gereken teorilerin, tüm insanların deneyim, ilgi ve statüleri gibi bağlamları göz önünde bulundurması gerektirmelidir.
  • Haddinden erken toplumsal cinsiyete dikkat etmeyi bırakmak da oldukça risklidir. Feminist bir filozofun hedefi her ne kadar uzun vadede toplumsal cinsiyeti en aza indirgemek olsa da eril-ağırlıklı bir felsefeden cinsiyetsiz bir felsefeye ani bir sıçrama yapılacak olduğunda yapılan analizlerin çok sığ olma riski vardır. Toplumsal cinsiyete dikkat çekmek, felsefenin bir takım sosyal yapılara ve olgulara gömülü olduğunun kabulü anlamına da gelir. Dolayısıyla feminist filozoflar, felsefi düşünmenin konularının/nesnelerinin yanı sıra felsefe yapan kişinin/öznenin de “mahalli” veya “konumlu” karakterini açıklığa kavuşturmak için “doğallaştırılmış” veya “toplumsallaştırılmış” yöntemleri kullanma taraftarıdırlar. Ama elbette bu noktada feministler arasında büyük farklılıklar da vardır.
  • Felsefenin doğallaştırılmış ya da toplumsallaştırılmış bir bileşene sahip olmanın yanı sıra, normatif olması da gerekir. Bu anlamda feminist olsun olmasın pek çok filozof, felsefi ve politik amaçların uygulanması için gereken normatif düzlemin sürdürülmesi için de çaba sarf ederler. Tekrar edecek olursak, bu konudaki detaylar, hangi düzeyde veya türde normatifliğin gerektiğine göre de değişecektir. Daha sonra bu noktaya döneceğiz ama şimdilik şöyle diyelim; feminizm açısından felsefenin tüm insanlar için ve tüm insanlarla ilgili bir disiplin olmayı amaçlaması gerektiği konusunda bir fikir birliği olduğu düşünülse de bu esasında tam olarak böyle değildir. Zira bu filozoflar, teori ve yöntemlerinin, nüfusun en az yarısının gelişimini engellediğini düşündükleri bir kültür kapsamında sürdürülmesini pek hoş karşılamazlar. Fakat feminist felsefeye göre, feminist hassasiyet taşıyan bir felsefe, felsefenin insan yaşamıyla olan ilişkisini temel alarak her insanın gelişiminin tetikleyicisi olacaktır. Bu aynı zamanda felsefenin kendi ideallerine erişmesinin de bir olanağı olacaktır.
  1. Feminist filozoflar arasındaki farklılıkları belirlemenin yöntemleri

Analitik feminizme dair bir makale pekala feministlerin benimsediği felsefi yöntemler arasındaki farklılıklara odaklanabilir, ancak 1970’lerde feminizmin başlangıç yıllarında bu ayrımlar o kadar belirgin değildi. Yöntemsel ve diğer farklılıların en çok incelendiği 1980’li ve 1990’lı yıllarda bile feminist bir filozofun analitik felsefeyi mi pragmatizmi mi, postyapısalcılığı, varoluşçuluğu, Marksizmi, eleştirel teoriyi veya hermönitiği mi daha değerli bulacağı sorusu, daha geniş akademik ve siyasi feminist topluluklardan ziyade belli akademik filozofları ilgilendiriyordu. Fakat esasında, dünyanın pek çok yerindeki akademik feminist filozoflar, feministler arası yöntemsel farklılıklara, Kuzey Amerika’daki feminist filozoflar kadar önem vermediklerini iddia eder.

Günümüzde pek çok feminist filozofun ana akım felsefi donanımı hala belli bir felsefi yöntem veya geleneğe bağlı olsa da hiç tereddütsüz hâlâ Beauvoir, Foucault veya Butler çalışan analitik feministlere rastlamak mümkündür. Şunu söylemek yerinde olacaktır; feminist filozoflar, siyasi değerleri ve diğer feministlerle temas kurma isteği sayesinde, feminist olmayan filozoflara nazaran farklı geleneklerin yöntemlerini bir arada kullanmaya daha heveslidirler.

1970’lerden bu yana akademi dışında en çok bilinen feminist felsefe/kuram kategorileri, Alison Jaggar’ın politik değerlere, hedeflere ve hipotezlere dayalı olarak geliştirdikleridir. Jaggar, liberal, köktenci, Marksist ve sosyalist feminizmleri birbirinden ayırır. Her bir feminizm türü, kadınların tahakküm altında olmasının temel nedenlerini saptar ve bir epistemoloji, insan doğasına dair bir kuram ve toplumsal değişim stratejisi içerir (1983).* Beyaz olmayan bazı kadınların bu kategorilerin hegemonik ve yaygın kullanımına karşı çıktığını belirtmek ayrıca oldukça önemlidir (bkz., Sandoval 1991, 2000). Bunun yanı sıra kategoriler politik teorilere bağlı olduğundan; metafizik, bilim felsefesi, estetik vb. yapan filozoflardan ziyade felsefenin dışında ve içinde sosyal/politik kuramsallaştırmalarda daha işlevsel olmaları şaşırtıcı değildir.

Sandra Harding, epistemoloji ve bilim felsefesi bağlamında yaygın kullanılan, farklı bir feminist felsefe kategoriler seti oluşturdu (1986). Harding, feminist ampiristleri (mantıksal pozitivist teorilere bağlı olmayı tercih eden doğa ve sosyal bilimciler), Marksist epistemolojiden etkilenen feminist perspektif kuramcılarını ve feminist postmodernistleri birbirinden ayırır. Harding, feministleri felsefi yöntem uyarınca birbirinden ayırsa da, “feminist ampirist” kategorisinin, bilimsel nesnellik ve nötrlük gibi sözde standartları bilimsel pratikte muhafaza etmeyi amaçlayan çığır açan kadın bilim insanlarının geliştirdiği bir trende işaret ettiğini belirtmek önemlidir. Fakat diğer yandan, bu trendin varsayımları, günümüzde feminist ampirizm derken filozofların kastettiği şey değildir. Çağdaş analitik feminist ampirist filozoflar, post-Wittgensteincı-Quinecı-Davidsoncı ampiristlerdir daha ziyade, dolayısıyla Harding’in bilimlere yönelttiği temel eleştirilere tabi değillerdir. [Örnekleri için bkz.; Longino (1990, 2002), Nelson (1990), Solomon (2001), Lloyd (2008), ve Scheman and O’Connor’ın (2002) çalışmalarında toplanan makaleler, Nelson ve Nelson (2003), Clough (2003), Superson ve Brennan (2005), Grasswick (2011), ve Crasnow ve Superson (2012)].

Aşağıda detaylıca göreceğimiz gibi, analitik feministler, Jaggar veya Harding’in yaygın bir şekilde kabul edilen kategorilerine girmediklerini iddia eden feministler arasında yer alır. Kendi yöntemlerini yine kendi politik değer ve varsayımlarından ayıran analitik feministler, örneğin analitik filozof veya ampirist olmak ile liberal olmak arasında zorunlu bir ilişki olduğunu reddederler.[5]

  1. Analitik feminizmin temel özellikleri

1960’ların sonundan itibaren analitik yöntemleri kullanan feminist filozoflar olsa da feminist felsefe epistemoloji, bilim felsefesi ve metafizik alanlarında geliştikçe, feminist siyasetin analitik felsefenin yöntemlerini tercih etmesinin ne kadar doğru olduğuna dair bir dizi ihtilaf da doğdu. Örneğin Amerikan Felsefe Derneği toplantılarında ve Felsefede Kadın Topluluğunun tartışmalarında, bu meseleler ele alındı ve makaleler yayımlandı (Bkz.; The APA Newsletter on Feminism and Philosophy dergisinin sayıları (Tuana 1992, Meyers and Antony 1993)).

“Analitik feminist” terimi, ilk kez 1990’ların başlarında Kuzey Amerika’da kullanıma girdi. Virginia Klenk, Analitik Feminizm Topluluğunu (bkz. Other Internet Resources) 1991’de kurup başkanlığına geçti (Cudd & Norlock 2018 bu öyküyü anlatır). Ann Cudd, topluluğun websitesinde (Bkz. Cudd, 1996) ve Hypatia‘nın Analitik Feminizm özel sayısında (Cudd ve Klenk 1995) analitik feminizmi açıkladı. Analitik feministler arasında aile benzerliği olduğunu belirtti. Analitik feminizmin nitelikleri arasında şunların yer aldığını belirtti:

“Analitik feminizm, cinsiyetçiliğe ve erkek-merkezciliğe karşı en iyi mücadele yolunun, hakikate, mantıksal tutarlılığa, nesnelliğe, rasyonaliteye, adalete ve iyiye dair net bir kavrayış geliştirmek, bunu açıklığa kavuşturmak ve onun peşine düşmek olduğunu düşünür. Ancak bu kavramların erkek-merkezcilik tarafından saptırıldığını kabul eder… Analitik feminizm, pek çok geleneksel felsefi mefhumun, normatif olarak ikna edici olmakla kalmadığını ayrıca bazı açılardan kadınları güçlendirici ve özgürleştirici de olduklarını kabul eder. Postmodern feminizm hakikatin, adaletin ve nesnelliğin evrensel olduğunu ve “kadınların” tek sesli olduğunu reddetse de analitik feminizm bu mefhumları savunur (Cudd 1996, 20).”

Analitik feministler arasındaki aile benzerliklerini detaylandıracağımızdan, bu benzerliklerin sadece belirgin konumlanışlarını değil, ayrıca kendini serimleme/sunma biçimlerini ve diğer pratikleri de içerdiğini hatırlamak önemlidir. Dahası, daha önce de birinci ve ikinci bölümlerde ifade edildiği gibi analitik feministler, hem analitik olmayan feminist filozofları hem de feminist olmayan analitik filozofları kapsayan çok daha geniş “ailelerinde” yer alan diğer isimlerle benzerlikler taşırlar. Ne kadar da geniş ve çeşitli bir aile ama!

Doktrinler, arzular, amaçlar. Cudd, her ne kadar analitik feministlerin sahip çıkmak istediği birkaç geleneksel kavramı listelese de bunun bir manifesto olmadığını da açıkça belirtiyor. Analitik gelenekte kendilerini feminist olarak tanımlayan pek çok kişi, analitik feministlerin doktrinlere ihtiyaç duymadığını düşünürler; hatta bu bağlamda, “kadınların” tek-sesliliği konusu da dahil olmak üzere ortak bir doktrin-karşıtı ruh bile vardır. Yine de, analitik feministler temel bir doktrin yerine temel bir arzu (core desire) olarak adlandırılabilecek bir şeyi paylaşırlar: hem feminist politikanın hem de feminist felsefenin gerektirdiği türden bir normatifliği desteklemek için modern Avrupa geleneğinin temel normatif kavramlarının yeterince sürdürülmesi arzusu. Örneğin, feminist politikanın, tahakküm veya hak ihlallerine dair iddiaların doğru veya yanlış olmasını, gerekçelendirilebilmelerini gerektirdiğine inanır ve felsefenin de pekala bunu gerektirdiğini düşünürler.

Bu “temel arzu”, ifadesini örneğin, Cudd’ın yukarıda bahsettiği ve bizim de “temel kavramlar” olarak adlandırdığımız hakikat, mantıksal tutarlılık, nesnellik, rasyonalite ve adalet kavramlarının analitik feministlerce kullanımında bulur. Birinci bölümde de bahsedildiği gibi analitik feministler diğer feminist filozoflarla bu kavramların mühim vasıflarının eril-önyargılara dayandığı konusunda hemfikir olsalar da diğer feministlerden farklı olarak onlar bu kavramları savunurlar. Diğer taraftan analitik feministler, kendi aralarında pek çok konuda hemfikir değildirler: ne tür hakikat ve nesnellik anlatılarının kabul edilir olması gerektiği yahut bilimsel gerçekçiliğin mi anti-gerçekçiliğin mi daha iyi bir yöntem olup olmadığı.

Pieranna Garavaso’nun (2018) analitik feminizm tanımı hem bir alet çantası hem de bir okuma biçimi olarak temel kavramları ve arzuları ifade eder:

Analitik feministler, genelde analitik felsefe eğitimlerinde öğrendikleri yöntemsel yaklaşımları kullanan filozoflardır —yani, kavramsal ve mantıksal analiz, argümantasyon kullanımı, düşünce deneyleri, karşı örnekler vs. içeren her geçen gün daha da artan bir alet çantasıdır bu. Bu filozoflar ayrıca klasik ve çağdaş felsefi metinleri; toplumsal cinsiyet, ırk, sınıf, fiziksel ve zihinsel yetiler ve cinsel yönelim gibi pek çok toplumsal eşitsizlik sisteminin varlığını vurgulayacak şekilde okurlar (Garavaso 2018: 8).

Bağlantı kurma (Bridge building). Analitik feministlerin söz konusu temel kavramları ve aletleri kullanmaları ve geleneksel analitik filozoflara yaptıkları referanslar, farklı ekollerden akademisyenler arasında köprüler/bağlantılar kurulmasına, bu ekoller arası tartışmaların yaşanmasına olanak tanır; bunlar arasında mesela, geleneksel analitik filozoflar, diğer feminist filozoflar ve bazı durumlarda sosyal bilimler alanından bilim insanları veya akademisyenler yer alabilir.

Bu bazen çalışmalarının belirgin amacıdır (bkz. Fricker and Hornsby 2000, 4–5 ve Superson 2011) ama çoğunlukla örtük kalır. Bunu açıkça kendine amaç edinen iki analitik feminist ise -ki bunlar bilim felsefecileridir- Lynn Hankinson Nelson ve Helen Longino ikilisidir. Nelson, feminist ampirizm alanında Quine’a dayanan çalışmalarını, bilim felsefecilerini, bilim insanlarını ve feministleri yapıcı bir müzakerenin içine çekmenin bir aracı olarak görür (Nelson 1990 ve sonraki makaleler, 1996). Longino, Bilginin Geleceği (The Fate of Knowledge) (2002) adlı eserinde, akademisyenlerinin, tarihçilerin ve bilim felsefecilerinin sosyal ve kültürel çalışmalarında ortaya atılan varsayımları açımlayarak rasyonel-sosyal ikiliğini dağıtmak için  cesur adımlar atar. İlginçtir ki Longino’nun 2002 ve 2013 tarihli kitapları, “feminist” terimlerle yazılmamış olsa da 1980’lerden ve 90’lardan bu yana sürdürdüğü açıkça feminist çalışmalara ve uzun yıllardır süren feminist felsefi tartışmalara dayanır.

Analitik feministlerin yazım tarzı da bağlantılar/köprüler kurabilmede etkilidir. Analitik feministler, sarih argümanlara ve açık, harfi harfine ve net bir dil kullanımına değer verdiklerinden, eserleri feminist olmayan analitik filozoflar nezdinde “felsefeye benzer.” Bu da feminist olmayan analitik filozofların feminist tartışmalara girerken kendilerini daha rahat hissetmelerini sağlar. Ayrıca farklı felsefi geleneklerden gelen feminist filozoflar, feministlerin ortak değerleri ve amaçları sayesinde kendi “tercih ettikleri yöntem” dışında kalan feministlerin düşüncesiyle de iştigal ederler. Bu yüzden analitik yazım tarzını fazla nitelikli veya sınırlı bulabilen analitik olmayan feministler, buna rağmen – feminist olmayan analitikçiler de dâhil –  bağlar kuran verimli müzakerelere katılırlar. Analitik feminist antolojilerde ve dergilerin özel sayılarında editörlerin bu bağ kurma niyeti, hem yazarların yazım biçimine hem de metinlerin içeriğine açıkça yansır.[6] Geleneksel analitik felsefe ekolüne uygun düşen antolojiler ve dergi sayıları ise şunlardır: [Bkz., Antony ve Witt (1993/2002), Cudd ve Klenk (1995), Haslanger (1995a), Fricker ve Hornsby (2000), Superson ve Brennan (2005), ve Crasnow ve Superson (2012)] ve Garavaso (2018); feminist yöntemler arasında kasten köprüler kuran kitaplara ve sempozyumlara ise şunlar örnek gösterilebilir: Superson (2003), Witt (2011b), Garry, Khader, ve Stone (2017).

[Tartışmada – ÇN] Tarz ve Saldırganlık. Her ne kadar sarih tartışmanın saldırganca veya düşmanca olması gerekmese de, analitik feministler üslubun saldırganlığı meselesini analize tabii tutmuşlardır. Bizim bu konuda birbirleriyle ilişkili iki hususu ayırmamız gerekiyor: İlkin, genel olarak agresif bir tartışma biçimi; ikincisi Janice Moulton’un genelde felsefede özelde analitik felsefede bir paradigma olarak eleştirdiği “düşmanca yöntem” kavramıdır (1983). Moulton, saldırganlığın kadınsı/feminen olmayan bir nitelik olduğu yönünde sosyal olarak yaratılmış inancın, saldırganlığı yetkinliğe denk tutan felsefe gibi kariyer alanlarında kadınları dezavantajlı bir konuma (gerçekten de çifte çıkmazdır bu) getirdiğini ifade etmekle yetinmez. Moulton, öte yandan filozofların düşüncelerini çarpıtan ve sınırlandıran felsefi bir paradigma olarak hasmane yöntemin kullanım biçimlerine de eğilir.

Moulton, “hasmane yöntem” terimini, filozofun/ların ödevinin genel söylemler geliştirmek, birbirlerinin genel söylemlerine karşıt argümanlar üretmek ve salt dedüktif mantık işletmek olduğunu öne süren felsefeyi ifade etmek için kullanır (1983, 152-153). Fakat eğer bu diğer yöntemler arasında bir yöntemden ziyade paradigma haline gelirse, bu durumda felsefe pek çok verimli olabilecek bulguları ve gelişmeleri dışarıda bırakır, felsefe tarihini görmezden gelir (iyi tanımlanmış alanlarda en iyi çalışabildiğinden argümanları bile yalıtır) ve büyük oranda felsefi dertlerin ölçeğini daraltır. Diğer taraftan bu paradigmaya, eleştirdiği pek çok idealin de dahil olduğunu düşünür; örneğin “değer yargılarının olmadığı” bir muhakeme ve nesnellik. İlginçtir ki Moulton, örneğin analitik felsefede Edmund Gettier’in ‘Sp’yi bilir’ şeklinde kısaca ifade edilebilecek çözümlemesi gibi örnekleri ve on yıllarca bunlara verilen yanıtları takip etmez. Bunun yerine o, hasmane yöntemin getirdiği kısıtlamalar yüzünden ciddi konuların önemli yönlerinin bir kenara bırakılabileceğini göstermek için Judith Thomson’ın “Kürtaj Taraftarlığı (A Defense of Abortion)” (1971) adlı erken dönemli feminist makaleyi kullanır.

Moulton’un hasmane yönteme karşı çıkan bu özgün iddiasına yazılı olarak karşı çıkan hiçbir feminist tanımıyorum ama onun bu iddiasını daha da farklı ayrımlara götüren birkaç kişi olmuştur (örneğin, Govier 1999 and Rooney 2010). Fakat bazı analitik feministler, genellikle agresif bir tartışmanın önemini de vurgulamıştır. Örneğin, Louise Antony, kadınların sert bir analitik yazım ve tartışma kullanmasından kaynaklanabilecek özgürlüğün, toplumsal cinsiyet ihlaline ve bundan kaynaklanan güçlenme hissine değer verir (Antony 2003, ayrıca bkz. Baber 1993).

Daha yakın zamanda diğer insan bilimleri disiplinleriyle kıyaslandığında felsefede kadın sayısının çok az olmasına dair tartışmalarda, saldırgan veya hasmane tarzlar yine ele alınmıştır (Bkz., Burrow 2010, Rooney 2010 ve Beebe 2014, siyah kadınlara ilişkin diğer görüşler için bkz. Henning 2018, 2020). Ne var ki bu konuda analitik feministler (veya diğer feministler) fikir biriliğine varmış değildir. Söz konusu üslup konusundaki çekişmelerin altında yatan önemli bir ortak gaye şudur: Anlaşmazlık durumunda, feminist konumlara dair net, rasyonel bir destek sunmak ve hemfikir olmadığımız kişiye saygıyı elden bırakmamak. Feministler bu sonuncu noktanın bilhassa önemli ama güç olduğunu düşünürler. Saygı çerçevesinde fikir ayrılığı içinde olmanın parametreleri ilginç tartışmalar doğurmaktadır.[7]


 

Stanford Felsefe Ansiklopedisinin analitik feminizm başlığı altında yer alan metni İbrahim Halil Kayacan çevirdi, çeviriyi Öznur Karakaş redakte etti.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir