ÇevirilerCovid-19Feminist YaşamİktisatTersine Dünya

Pandemiye Feminist Bir Tepki (1) – ROAR Collective

COVID-19 salgını, toplumlarımızda bakım ve üretim emeğinin karşılanmasındaki geleneksel rollere dikkat çekti. Peki bu durum, toplumsal cinsiyet eşitliğini getirecek mi?

Çeviren: Pınar Fidan   

COVID-19 salgını neredeyse her tür sosyal adaletsizliği şiddetlendirdi. Kuzey yarımkürede, yoksullar, yerli halk ve beyaz olmayan insanlar orantısız biçimde öldürülüyor. İşçi sınıfından kadınlar, özellikle beyaz olmayan kadınlar, yalnızca COVID-19’a yakalanma ve ondan ölme riski altında değil, ayrıca hemşirelik, yaşlı bakımı, çocuk bakımı, yemek servisi ve ev işçiliği dahil olmak üzere temel bakım emeğinde de üst düzey bir role sahipler. Eve kapanmak, günlük ev içi emeğinin ikiye katlanmış yükünü beyaz, görece zengin kadınlar için bile dayanılmaz bir duruma dönüştürdü.

Aynı zamanda küresel COVID-19 krizi, bakım emekçilerinin -hem ücretli hem de ücretsiz- bizi hayatta tutan yönlerine ışık tuttu. Elbette bakım işi ezici bir çoğunlukla, “doğuştan” besleyici, şefkatli ve uysal olarak algılanan kadınlara düşüyor. Feministler her zaman ölüm kalım meselelerini gündeme getirdi. Pandemi, bakım emekçilerini değişimi gerçekleştirmek için manevi ve maddi bir kaldıraç konumuna getiren sosyal hareketlere ilham verdi ve onları güçlendirdi.

COVID-19, kadınların özgürleşmesine yönelik spesifik mücadeleleri ve dünyadaki üretim emeğini dönüştürme mücadelelerini nasıl etkiledi?

Geriye dönüp baktığımızda, soruyu tersten sormalıydık; Feminizmin COVID-19’a karşı mücadeleye ne katkısı var? Nitekim, her bir katılımcı bu soruyu kendi tarzında yanıtlamıştır. İklim değişikliği, kitlesel karantina, yoğunlaştırılmış devlet şiddeti ve sınırların ötesindeki insan hareketlerinin yönetilmesi ile yirmi birinci yüzyıl biyopolitik bir yüzyıl haline geliyor. Küreselleşmiş toplumumuz COVID-19 ile savaşırken bakım ve üretim emeğine yönelik hızla değişen tutumlar göz önüne alındığında, nihayetinde toplumsal cinsiyet özgürlüğünü pratik ve gerekli bir başarı olarak kabul etmenin zamanı gelmiş olabilir.

— Eleanor Finley, Yardımcı Editör —


SİYASET FEMİNİZASYONUNUN DÖNÜŞÜMSEL GÜCÜ

Eva Abril    

COVID-19, son beş yıldır Barselona’da [Barcelona en Comú’da] söylediklerimizi acımasızca gösterdi: yaşamı belediye siyasetinin merkezine koymamız gerektiğini. Pandemiden önce savunmasız olanlar – düşük gelirliler, güvencesiz işlerde olanlar, hastalığı ve sakatlığı olanlar, yaşlılar veya zayıf yardım ağlarına sahip olanlar – şimdi daha da savunmasız hale getirildi.

Feminist bir bakış açısıyla, korona virüsün sadece kadınlar için değil, zengin, beyaz, heteroseksüel erkeğin hegemonik modeline uymayan herkes için ciddi sonuçları olacak. Kişi bu hegemonik profilin dışına ne kadar çıkarsa, COVID-19’un sağlık, sosyal ve ekonomik etkilerine o kadar çok maruz kalır. Irksal eşitsizlikler, yoksulluk, göçmenlik durumu, kültür ve cinsel-duygusal çeşitlilik, mahallelerimizde toplumsal cinsiyet eşitsizliklerini biriktiren ve şiddetlendiren kesişimsel faktörlerdir.

Bakım emeği her zaman dişileştirilmiş bir görev olmuştur ve bu nedenle sosyal olarak gereğinden az değer verilmiş ve düşük ücretlidir. COVID-19 bağlamında, ön saflarda çalışma daha da tehlikeli ve istenmeyen hale geldi, bu da bunu yapanların en güvencesiz ve savunmasız kadınlar – genellikle göçmen kadınlar veya bekar ebeveynler – olduğu anlamına geliyor. Benzer şekilde, kadın seks işçileri gelirlerinin bir gecede suyunu çektiğini gördü.

Bir başka önemli husus da, bakım sorumlulukları olan kadınların – çocuklar veya bakmakla yükümlü oldukları diğer kişiler için – evde karşılaştıkları çifte yüktür. İspanya’da, gündüzleri bakım işi üstlenen ve sabah erken saatlere kadar home-office çalışan, her şeye yetişmek için çalışma saatlerini ikiye katlayan kadınlar gördük. Erkek partnerleri olanlar, onları ilk kez süpermarkete gitmek için gönüllü olarak gördüler – bu, evden yasal olarak ayrılmanın birkaç yolundan biriydi -.

Bütün bunlar, dünyanın dört bir yanında gerici siyasi rüzgarlar estiğinde ortaya çıkıyor. Toplumsal hoşnutsuzluk ve süregelen yoksulluk sayesinde, Trump, Orbán ve Bolsonaro gibi politikacılar, sonunda faşizmin yükselişine yol açan iki savaş arası dönemdeki gelişmelere benzer bir şekilde ortaya çıktılar. Bu tür faşist hareketler, var olmayan bir geçmişe dair romantikleştirilmiş bir vizyonla beslenir ve toplumsal farklılığı ve siyasi muhalefeti suç sayan “doğal bir düzene”, kadınların ev içi alana hapsedildiği bir zamana dönüş sözü verirler.

Siyaset feminizasyonunun dönüşümsel gücünün bu kadar önemli olmasının nedeni budur. Ruh sağlığı desteği sağlama, çocuk bakımına yatırım yapma ve gıda güvenliğini garanti etme gibi önlemler, yaşamın kendisini sürdüren bakım emeğine örtük olarak değer biçiyor. Ve yalnızca ilgi ve sevgi kavramlarını, en geniş ve en evrensel anlamlarıyla hissetmek, nefreti gölgede bırakabilir.

Eva Abril, öğretmen, feminist aktivist ve Katalonya’da Barcelona En Comú sözcüsü

 

LONDRA’DA GÖÇMEN KADINLARA DESTEK

Rahilla Gupta     

Başlangıçta, medya aile içi şiddetin patladığını ve şiddet uygulayan eşler tarafından öldürülen kadınların normalden daha fazla sayıda olduğunu bildirirken, Southall Black Sisters olarak daha az yardım talebi alıyorduk. Mantığa aykırı görünüyordu, ancak Avrupa Göçmen Kadınlar Ağı da aynı şeyi bildirdi. Bu ağın Finlandiya ve Portekiz’deki üye kuruluşları da soruşturmalarda düşüş yaşadı. Bu bir gizemdi.

Göçmen kadınların teknolojiye daha az erişimleri olduğu, hareketlerinin aileleri ve eşleri tarafından destek arayamayacak kadar yakından izlenildiği, ya da tüm hizmetlerin kapatıldığının sanıldığı gibi tahminlerde bulunduk ve bekledik. Ancak durum uzun sürmedi ve soruşturmalar hızla tekrar gelmeye başladı.

Neredeyse aynı düzeyde hizmet sunmak için büyük bir yeniden yapılanmaya başladık. Personelin evden çalışabilmesi için teknolojinin elden geçirilmesi gerekiyordu. Fon sağlayanlar ihtiyaca cevap verecek kadar cömertlerdi. Çevrimiçi danışmanlık ve vaka çalışanı desteğine erişebilmeleri için birçok kadın için telefon ve telefon kartı satın alabildik. Destek grubu bile artık haftada iki kez çevrimiçi olarak toplanıyor. İşçiler, kamu yardımlarına başvuramayan göçmen kadınlar için yiyecek paketleri ve tuvalet malzemeleri bıraktı.

Kalacak yer bulmak, bu kadınlar için en büyük sorundu. SBS, COVID-19 kriz projesini başlattı ve üç ay boyunca ücretsiz konaklama sağlamak için otellere ve pansiyonlara yöneldi. İlk başta hiçbir şey bulamadılar. Ancak daha sonra çabaları sonucunda çok daha iyi ve daha ucuz bir konaklama imkanı sağlandı. Yine de projenin uygulanmasına yardımcı olan SBS ve Solace Kadın Yardımı, projeyi finanse etmek ve göçmen kadınlara yeterince oda ayırmak için Londra belediye başkanında gerçek bir isteksizlikle karşılaştı.

Sonunda başarılı oldular; kadınlar kaldıkları yerleri çok sevdi. Bu durum öz güvenlerini pekiştirdi. Bunun neden kalıcı bir çözüm olamayacağını sordular.

Gelecekteki siyasi kampanyalarımızı ateşlemesi gereken bu krizden çıkan anahtar soru şu: Hükümetler, kriz sırasında insanlara insanca muamele etmek için – kuşkusuz kişisel çıkarları doğrultusunda – sihirli bir şekilde fon bulabiliyorlarsa, o zaman COVID-19’dan sonra hiçbir şeye razı olmamalıyız, bir yandan da bunun çürümüş bir sistemi sona erdirmenin devrimci anı olup olmadığına bakmalıyız.

Rahila Gupta, özellikle Asya ve Afrika-Karayip kökenli göçmen kadınlara odaklanan, aile içi istismar ve şiddet yaşayan kadınlara doğrudan hizmet, bilgi ve rehberlik sağlayan Londra merkezli Southall Black Sisters (SBS) ile çalışan bir gazeteci ve yazardır.

 

YAŞAMIN RADİKAL ÖRGÜTLENMESİNE DOĞRU

Dilar Dirik    

COVID-19 salgını, dünyanın dört bir yanındaki insanların yaşam ve ölüm koşullarını şekillendiren sosyal eşitsizliklerin çoğunu ortaya çıkardı. Kişinin kimliğine bakılmaksızın yayılan bir virüs bağlamında bile, insan yapımı sistemlerin kimin hayatının önemli ve kiminkinin terkedilebileceğinin temeli olduğunu oldukça grafiksel biçimde gösterildi. Pandemi, dünya çapında mücadele ve örgütlenme fırsatı sağladı.

Kendi topluluklarında karşılıklı yardım sistemleri düzenleyen benzer gruplar, aynı zamanda en radikal değişiklikleri talep edenler olma eğilimindedir. Siyahi kadınlar ve beyaz olmayan diğer kadınlar, pandemiden etkilenen en savunmasız gruplar arasında olmalarına rağmen, topluluklarının ihtiyaçlarını ve taleplerini karşılamak için örgütlenmede ön saflarda yer aldılar. Sorunları toplu olarak çözmeyi amaçlayan yatay, doğrudan eylemlerle bu insanlar, sosyal geri dönüşüm, bakım emeği, karşılıklı yardımlaşma ve açıkçası sevgi olmadan hayatın korunmasının imkansız olduğunu göstermektedir.

Feminist ve devrimci kadın hareketleri, sorunlarımıza çözüm bulmak için devletin merhametine başvuramayacağımızı uzun süredir belirtiyor. Devletin bürokratik sisteminin insanları hayatta tutmak için tasarlanmadığını kabul ediyorlar. Hayatı yönetmek ve hayatı savunmak aynı şey değil.

COVID-19 salgını sırasında organize olmak birçok yönden kahramanlık hakkındaki fikirleri kadınlaştırmaya da yardımcı oldu. Pandemi sırasında, emek, değer ve yaşamla ilgili ulusötesi tartışmalar, iş ve cinsiyet etrafında romantikleşmiş fikirleri kırdı ve bunun yerine sosyal ilişkilerin değişmesi gerektiğini iddia etti. Adalet için reformlar yeterli değildir; yaşam tarzımızı değiştirmeliyiz.

Türk devleti binlerce siyasi tutsağı COVID-19 affıyla çıkarmaya karar verdiğinde, Kürt kadın hareketi siyasi tutukluların özgürlüğü için uluslararası bir kampanya başlatarak dünyanın dört bir yanındaki farklı kadın mücadelelerine ulaştı: “Dayanışma Bizi Hayatta Tutar”.

Ama neden böyle bir zamanda cezaevleriyle mücadele edelim?

Şiddeti, sosyal çatışmayı ve adaletsizliği sürdürmedeki rolüne rağmen, devlet, kendisini topluluklara güvenlik sağlayabilecek tek otorite olarak sunarak genellikle polis vahşetini, gözetimini ve hapishane politikasını haklı çıkarır. “Seni katillerden, tecavüzcülerden ve hırsızlardan kim koruyacak?” diye sorarlar. Hapishane, insanların temelde kusurlu, yozlaşmış ve kötü olduğu fikrini temsil eden nihai kurumdur. Hayata karşı bu deterministik bakış açısı, sosyal değişim yoluyla adalet olasılığını reddeder ve sadece otoriter devlete hizmet eder.

Kürt kadın hareketinin savunduğu türden kölelik karşıtı bakış açılarının merkezinde, özgürlük ve adaletin sadece ütopya olmadığı, aslında mümkün olduğu fikri vardır. Şiddet kader değil, ortadan kaldırılabilen ve kaldırılması gereken sistemlerin bir sonucudur. Bu ışık altında, feministler ve kadınların kölelik karşıtı siyasetle mücadeleleri, en devrimci ve umut dolu vizyonlardan ve pratiklerden bazılarını sunuyor.

Siyahi kölelik karşıtı feministlerin işaret ettiği gibi, adaletsizliği ortadan kaldırmak özgür toplumlar inşa etmek demektir. Bu, tecavüz, aile içi şiddet, yoksulluk ve diğer pek çok konunun ortadan kaldırılması anlamına gelir – ama insanları kilitleyerek değil, daha adil bir toplum için maddi koşulları yaratarak. Ve bu, Kürt kadın hareketinin “zihniyet devrimi” dediği şey aracılığıyla olur.

Sistemin ortadan kaldırılması, yaşamın yeni yaşam koşulları olarak hizmet edebilecek sosyal ilişkilerle radikal bir şekilde yeniden örgütlenmesi çağrısıdır. Bu anlamda, radikal kadınların mücadeleleri, COVID-19 krizini ele almak için gerekli olan ve hemen gerçekleştirilebilecek olan burada ve şimdi içinde somutlaşıyor: şiddet ve eşitsizliğin olmadığı bir yaşam.

Dilar Dirik, Kürt feminist ve Oxford Üniversitesi’nde araştırma görevlisi

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir